Öze Yolculuk

 Hayal edin evinizin kapısının önüne bir araba geldi ve sizi aldı. Nereye demeden koyuldunuz yola, şoför nerede durursa orada ineceksiniz. Başka diyarlara doğru sürdü aracı, manzara kimi yerde fevkalade güzel iken kimi yerde korkunç derecede kötü. Yol ve zaman belli değil, unutmayalım. Her şeyi o şoför biliyor. Aklınızda ne anne babanız ne de sevgiliniz yahut karınız veya evlatlarınız var, aklınızda sadece nereye gidiyoruz var. Penceren dışarı bakınca bir anne bir baba iki erkek iki de kız olmak üzere dört çocuk görüyorsunuz. Biraz ileri de kocaman bir dağ ve ova görüyorsunuz. Ovada muazzam bir ses ve dağın içindeki yerde ise sessizlik, görülen o ki dağdakilerin ovaya inmeleri yasaklanmış sanki, ama ovadakiler dağa tırmanmaya çalışmakta. İlerleyince bir denize denk geliyorlar, emanet taşıyan Yunus balığı farklı göründü gözüne, tıpkı ileride mağaranın önünde göreceğin uzun bir zamandır uyuyan köpek gibi. O kadar zamandır uykudasın hiç mi bir organın çürümez bakışlarını bilime göz kırpar hale getirmek istiyorsun. İleride hemen bir deve görünüyor, onun ilerisinde ikiye ayrılan bir deniz ve içinden geçen insan kafileleri, ardında koskoca bir ordu. Asa dokundu yere ve ikiye bölünen deniz bir ağız gibi yuttu koskoca orduyu.  Durmadan devam ediyordu şoför ve o da ne bir anne ve bir çocuk çölün ortasında bir hurma ağacının dibinde birilerini bekliyor gibi, kadın koşturmaya başladı bir o dağa bir bu dağa. Islak bir yer keşfetti gözlerim, zemzem olsa gerek.  Bu beldenin havası çok naifti keşke kalsaydım burada onlarla. Bıldırcın eti kadar olmasa da, hurma ve su yeterdi bize yıllarca. Aman Allah'ım o insanlar neden toplanmış o koskoca kabrin başında? Hayretli seslerle Sam ve İsa dediklerini duyabildim. İsa, az önce, günahkâr insanlar tarafından aşağılanan günahsız hamile hanımın bebeği olmasın. Biraz ileride o da ne, o kuşlar nereye gidiyor ağızlarındaki balçıkla, arabanın arka camı da pek tozlanmış. Hey hey deprem mi oluyor, bu depreme ne sutün ne de o suya dönüşen ateşten sağ çıkan İbrahim'in devirdiği putların kalanları dayanır. Güneş, bir sevindi gibi sanki hiç yakmadan aydınlatıyor, nura gark ediyor sanki bizi. Ne olur duralım bu çağda desem de dinleyen yok bizi. Yolda nice kanlı savaşlar nice köhne saraylar gördüm. Hiçbirine ait hissedemedim ruhumu. O da ne İsa peygamberin inanlarına ait iki ordu birbirini kırıyor, incitiyor, yağmalıyor. Biraz ileride müslüman orduları birbirini kırıyor çubuk gibi. O ses de ne olsa gerek bugüne kadar böyle patlama duymadım, aman Allah'ım koskoca, gep geniş surlardan delik deşik eden o ateş yoksa bu genç sultanın eseri mi?

Çok yol almadan çocuk çığlıkları var, Müslüman topraklarında. Başa gelen hükümdar, ahalisi devletsiz kalmasın diye, Müslüman başsız olmasın diye, adı bebeğin tadı iş bilmez sadrazamın olmasın diye, kendi karındaşlarından vazgeçmekte. İleride Sina Çöllerinde  atından inip yaya ilerleyen yedi yıla yetmiş yıllık icraat sığdıracak sultanda kim böyle. Kendisini İslam’ın hakimi görenlerin ellerinden söküp alıyor hilafeti ve diyor ki ben İslam’ın hakimi değil hadimiyim, hizmetkârıyım diye gönüllere nakış nakış işliyor. Bundan gayrı ne Viyana'da ne Bağdat'ta yavaşlayabildik taa ki yolumuzu kesen o koca cihan harbi karşısında sulu gözlerde fren yapana kadar. Her yerde kan gözyaşı var, o da ne namaz kılan insanlar bu çağda da mı düşman birbirine. Hey Allah'ım hey, yardım eyle mazluma, merhamet eyle kandırılmışa. Kapkara giyimli sırtında üşüyen bebeği, aman kar zarar vermesin diye bebeğinin çaputu ile örttüğü gülleler cepheye gidiyor olsa gerek. İleriki yıllarda kendilerini nefretle yad edecekleri torunları için ne de zor şartlarda bir var olma mücadelesi veriliyor. Bilmiyorlar ki 100 yıl sonra giyimlerinden kelamlarından inançlarından dolayı hor ve aptal görülecek kendi nesilleri tarafından. Sür abi sür, kardeşin kardeşten bir devlet için millet için geçtiği çağları gördüm de bir fikir için kıyılan canları görmek ağır geliyor bana, sür n’olur sür. O ellerde ki kara kutularda ne olsa gerek, ya elde ya kulakta. Yanında kardeşi ölüyor, ona yardım etmek ne kelime kara kutuyu önüne set ediyor. Aa şimdi anlatım diğer insanlar görsünler diye fotoğraf çekiyormuş. Herkesin her şeyden haberi var, ama herkesin ruhu ölmüş. Mezardakilerin de bedenleri varken ruhları yok ki. Baksana gidiyor işe çalışıyor akşam geliyor eve dinleniyor. Hep aynı terane, aynı yılgınlık insanlardan. Herkes aynısını yapıyor bir de, herkesin yaptığı doğrudur diye de kimse faydasız olan bu şeytani düzeni bozamıyor.  Kulun kölen olayım, durma bu çağda, ya mazlumların günahsızların diyarında bırak beni ya da kıyamete kadar sürelim gitsin. 

Koskoca dünya hayatı bir çırpıda bitti ya, bu faninin ömrümü bitmeyecek. Buradaki koskoca çağlar kim bilir ahirette kaç saniye kaç salise. Hani o gördüğümüz upuzun rüyalar en fazla 5-6 saniye sürüyor ya, kim bilir kabirde bekleme, kim bilir hesap vakti, kim bilir ahiret ne kadar zaman sürecek.


Aşk getirdi veremi, verem götürdü nâremi.
Hâk yarattı âdemi, âdem bulmadı çaremi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sünnet üzre yaşamak

  Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, ...