Azı Karar Çoğu Zarar

 Sevmek, arzulamak, düşünmek, istemek,uyumak, çalışmak, kazanmak...
Bunlar herkesin istediği ve sınırını koymak istemediği şeyler, öyle değil mi?

Hayat, bizlere her zaman bir şeyleri öğretmeye durmadan yorulmadan devam ediyor. Aklımıza takılan bir söz veya bir ayet belli bir zaman sonra pratikte karşımıza çıkıyor. 

İşimize kendimizi fazla kaptırdığımızda, kendimizden fazlaca ödün verdiğimizde, sorumlulumuzda olmayan şeyleri de sırtlamaya çalıştığımızda işler bir anda hızlanır ve ne kadar emeğiniz göz ardı edilse de. Bir vakit sonra yeni gelen sorumluluklarla beraber artık sırtınızdaki manevi yükler bedeninize baskı yapmaya başlar ve sırt omuz ağrılarından yakınır durursunuz. Sorumluluğunuzda olmayan işleri bırakamamakla birlikte emeğinizin karşılığını da alamazsınız. Kendinizi savunduğunuz vakit, aldığınız cevap, "yapmasaydın" olur. 

Farklı bir pencere daha açalım. Fazla sevmek, evet sevgisi fazlası zarardır. Can Yücel ne de güzel demiş bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne, çok sevmeyeceksin, çok sahiplenmeyeceksin mesela. En çok onları sana verene ayıracaksın kalbini. Seni bir bir çiğnemlik etten yaratan ve sana ruhu üfleyen Rabbin, onları sana kendinden vazgeç diye mi veriyor yahu. İki insan sadece birbirine bakarsa beşeri aşk olur ve bu geçici olur, iki insan omuzomuza iken Rabbinin rahmetine bakarsa bu da gerçek aşk olur. Çünkü odak noktaları aynıdır. Ancak birbirlerine bakınca iki farklı odak noktası oluyor. Ve henüz kendini bulamamış keşfedememiş bireyler birbirlerini bir çok kez farkında olmadan kırmaya meyilli olurlar. 

Peki ya, sınırsız maddi olanaklar sizce de zararlı değil mi? İaşe derdim olmazsa, ben herkese yardım ederim bolca ilim öğrenirim, en iyi hocalardan dersler alırım dersen, bir de bakmışsın ki kendine farklı bir din uydurmuş halde bulursun kendini. Sahabe halife efendilerimiz mallarının büyük çoğunluğunu islam yoluna harcamışken, sen ise o zenginlikle şeytanın hileleri altında ezilirsin ve kaybolursun. 
Büyük derelerin taşı çok olur, büyük servetlerinde içinde kul hakkı çok olur.

26.06.24-04:00
(Kartal-İstanbul)

Öze Yolculuk

 Hayal edin evinizin kapısının önüne bir araba geldi ve sizi aldı. Nereye demeden koyuldunuz yola, şoför nerede durursa orada ineceksiniz. Başka diyarlara doğru sürdü aracı, manzara kimi yerde fevkalade güzel iken kimi yerde korkunç derecede kötü. Yol ve zaman belli değil, unutmayalım. Her şeyi o şoför biliyor. Aklınızda ne anne babanız ne de sevgiliniz yahut karınız veya evlatlarınız var, aklınızda sadece nereye gidiyoruz var. Penceren dışarı bakınca bir anne bir baba iki erkek iki de kız olmak üzere dört çocuk görüyorsunuz. Biraz ileri de kocaman bir dağ ve ova görüyorsunuz. Ovada muazzam bir ses ve dağın içindeki yerde ise sessizlik, görülen o ki dağdakilerin ovaya inmeleri yasaklanmış sanki, ama ovadakiler dağa tırmanmaya çalışmakta. İlerleyince bir denize denk geliyorlar, emanet taşıyan Yunus balığı farklı göründü gözüne, tıpkı ileride mağaranın önünde göreceğin uzun bir zamandır uyuyan köpek gibi. O kadar zamandır uykudasın hiç mi bir organın çürümez bakışlarını bilime göz kırpar hale getirmek istiyorsun. İleride hemen bir deve görünüyor, onun ilerisinde ikiye ayrılan bir deniz ve içinden geçen insan kafileleri, ardında koskoca bir ordu. Asa dokundu yere ve ikiye bölünen deniz bir ağız gibi yuttu koskoca orduyu.  Durmadan devam ediyordu şoför ve o da ne bir anne ve bir çocuk çölün ortasında bir hurma ağacının dibinde birilerini bekliyor gibi, kadın koşturmaya başladı bir o dağa bir bu dağa. Islak bir yer keşfetti gözlerim, zemzem olsa gerek.  Bu beldenin havası çok naifti keşke kalsaydım burada onlarla. Bıldırcın eti kadar olmasa da, hurma ve su yeterdi bize yıllarca. Aman Allah'ım o insanlar neden toplanmış o koskoca kabrin başında? Hayretli seslerle Sam ve İsa dediklerini duyabildim. İsa, az önce, günahkâr insanlar tarafından aşağılanan günahsız hamile hanımın bebeği olmasın. Biraz ileride o da ne, o kuşlar nereye gidiyor ağızlarındaki balçıkla, arabanın arka camı da pek tozlanmış. Hey hey deprem mi oluyor, bu depreme ne sutün ne de o suya dönüşen ateşten sağ çıkan İbrahim'in devirdiği putların kalanları dayanır. Güneş, bir sevindi gibi sanki hiç yakmadan aydınlatıyor, nura gark ediyor sanki bizi. Ne olur duralım bu çağda desem de dinleyen yok bizi. Yolda nice kanlı savaşlar nice köhne saraylar gördüm. Hiçbirine ait hissedemedim ruhumu. O da ne İsa peygamberin inanlarına ait iki ordu birbirini kırıyor, incitiyor, yağmalıyor. Biraz ileride müslüman orduları birbirini kırıyor çubuk gibi. O ses de ne olsa gerek bugüne kadar böyle patlama duymadım, aman Allah'ım koskoca, gep geniş surlardan delik deşik eden o ateş yoksa bu genç sultanın eseri mi?

Çok yol almadan çocuk çığlıkları var, Müslüman topraklarında. Başa gelen hükümdar, ahalisi devletsiz kalmasın diye, Müslüman başsız olmasın diye, adı bebeğin tadı iş bilmez sadrazamın olmasın diye, kendi karındaşlarından vazgeçmekte. İleride Sina Çöllerinde  atından inip yaya ilerleyen yedi yıla yetmiş yıllık icraat sığdıracak sultanda kim böyle. Kendisini İslam’ın hakimi görenlerin ellerinden söküp alıyor hilafeti ve diyor ki ben İslam’ın hakimi değil hadimiyim, hizmetkârıyım diye gönüllere nakış nakış işliyor. Bundan gayrı ne Viyana'da ne Bağdat'ta yavaşlayabildik taa ki yolumuzu kesen o koca cihan harbi karşısında sulu gözlerde fren yapana kadar. Her yerde kan gözyaşı var, o da ne namaz kılan insanlar bu çağda da mı düşman birbirine. Hey Allah'ım hey, yardım eyle mazluma, merhamet eyle kandırılmışa. Kapkara giyimli sırtında üşüyen bebeği, aman kar zarar vermesin diye bebeğinin çaputu ile örttüğü gülleler cepheye gidiyor olsa gerek. İleriki yıllarda kendilerini nefretle yad edecekleri torunları için ne de zor şartlarda bir var olma mücadelesi veriliyor. Bilmiyorlar ki 100 yıl sonra giyimlerinden kelamlarından inançlarından dolayı hor ve aptal görülecek kendi nesilleri tarafından. Sür abi sür, kardeşin kardeşten bir devlet için millet için geçtiği çağları gördüm de bir fikir için kıyılan canları görmek ağır geliyor bana, sür n’olur sür. O ellerde ki kara kutularda ne olsa gerek, ya elde ya kulakta. Yanında kardeşi ölüyor, ona yardım etmek ne kelime kara kutuyu önüne set ediyor. Aa şimdi anlatım diğer insanlar görsünler diye fotoğraf çekiyormuş. Herkesin her şeyden haberi var, ama herkesin ruhu ölmüş. Mezardakilerin de bedenleri varken ruhları yok ki. Baksana gidiyor işe çalışıyor akşam geliyor eve dinleniyor. Hep aynı terane, aynı yılgınlık insanlardan. Herkes aynısını yapıyor bir de, herkesin yaptığı doğrudur diye de kimse faydasız olan bu şeytani düzeni bozamıyor.  Kulun kölen olayım, durma bu çağda, ya mazlumların günahsızların diyarında bırak beni ya da kıyamete kadar sürelim gitsin. 

Koskoca dünya hayatı bir çırpıda bitti ya, bu faninin ömrümü bitmeyecek. Buradaki koskoca çağlar kim bilir ahirette kaç saniye kaç salise. Hani o gördüğümüz upuzun rüyalar en fazla 5-6 saniye sürüyor ya, kim bilir kabirde bekleme, kim bilir hesap vakti, kim bilir ahiret ne kadar zaman sürecek.


Aşk getirdi veremi, verem götürdü nâremi.
Hâk yarattı âdemi, âdem bulmadı çaremi.

Tesettür Tereddütü

Şu fani alem de bilinmeze doğru yürüyen aciz insanlardan birkaçı da bizleriz şüphesiz. Yol, dünya ahalisine göre kısa, ahir ahalisine pek uzun. Günlük koşuşturmalar, yapılan maddi ve manevi yarışmalar, bizlere sunulan sonsuz imkânlar, tamamı bizleri yolumuzdan saptırmak için değil aslında. Çünkü bizim bir yolumuz ve istikametimiz yok ki. Hayat yolculuğunda ne yalnız başımıza yol alabiliriz, ne de en sevdiklerimiz ile. Güzel bir yemek yapmak isteyince içinde birçok bozulmamış malzeme eklememiz gerekiyor. İçine çürük bir soğan, küflü salça veya yabancı bir yağ ekleyince yenilmez oluyor öyle değil mi? O yemeği beğenmeyecek olan biz insanlar, neden kendimizi iyileştiremiyoruz. Güzel bir yağ ile tesettürün yeri aynı değil midir? Biz erkeklerin gözkapaklarındaki tesettür, hanımların el ve yüzleri hariç örten tesettür, bizleri güzelleştirmez mi? Erkeğin bakışlarında saklı olan güzellik ile kadının bedeninde saklı olan güzellik arasında bir fark görebiliyor musunuz?

Hayat yolculuğu çok dertli, çok kederli, çok inişli çıkışlı değil mi? Hepimiz birbirimize yardım ederek bu yolu beraber aşmak varken, herkes bir başına yürümeye çalışıyor. Ha bire bahaneler buluyoruz, ha bire korkutuluyoruz, ha bire ağır yüklere maruz bırakılıyoruz. Birisinin yaşı çok büyük, birisinin yaşı küçük; birisinin maddi gücü, diğeri seni çok ezer; birisi hiç evlenmemiş çocuk gibi, diğeri ne kadar olgun olsa da evlenmiş boşanmış. Toplumun bu görüşleri günümüzün ahlaki yapısının temellerini oluşturmuyor mu? Bu tarz kalıplara sokulmuyor mu gençler? Acaba Hz. Muhammed bu yüzden mi evlendi kendisinden 15 yaş büyük ilk Müslüman olacak olan dul ve bilge Hatice annemizle yahut kendisinden çok küçük olan Aişe annemizle. O kız, o erkek olmaz, onun evladı olmaz gibilerinden hep bir engeller silsilesi. Bu silsilenin sonuçlarını hepimiz çok iyi biliyoruz ki. Ya sevgisiz ve şiddet içeren aileler yetişecek ya da nüfusumuz yıldan yıla eriyip gidecek. Nemelazım, onların günahına girmem, aman banane sakızları ağızlardan düşmeyedursun yeni yeni sakızlar icat edilmeye başlandı, ya benim ya kara toprağın gibi.

Bu dünyada işe güce aldanmayalım, hayatımızı çatlak bir bardaktaki su misali boşa yitirmeyelim. Araştıralım, sorgulayalım, aklımızın en kuytu köşelerini, gönlümüzün en uçsuz diyarlarını keşfedelim. Her taraftan her bir milletten insandan kötü bakışlar geliyor ok gibi adeta bedeninize, onlardan nasıl korunursunuz? Tesettür, insanın sadece bedeninin değil, ruhunun da kalkanıdır. 

 


Kayboldum Allah'ım

Bazı kaybedişler yeni kazanışların başlangıcı oluyor elbette.
Kesilmezse, kangren olan kolun, yok olur tüm vücudun.
Ne kadar acı versede geride kalanların hayatta kalması için intihar etmeli bazı yavru kartallar.
İnsan kaybettikleri karşısında verdiği mücadele kadar büyüktür. 

Elbette iyikide kaybettim dememeli insan.
Yüzünü gerçek olana dönmeli insan.
Yolunu yerini ararken sormalı insan,
Allah'ım beni nasıl istiyorsan o hale döndür, diye.

Muhafaza edilmeyi istemeli insan;
fayfasız ve bereketsiz ilimden,
faydasız ve bereketsiz amelden,
faydasız ve bereketsiz insandan,
faydasız ve bereketsiz işlerden,

İstemeli, çokça istemeli, her daim istemeli insan;
Affedilmeyi, merhamet edilmeyi,
İki cihanda afiyeti ve azizliği,
Esrarını öğrenebilmeli,
İncinmemenin ve incitmemenin ilmini,
Ve şükretmeli insan;

Allah'ın kendisinden aldıkları için,
Zira imanı tam eylemek için çıkılan evlilik yolculuğunda
bir hayırsız sevgili çıkar, elma yerine naneyi tıkar ağzına.
Cennete niyet edersin, bir de bakmışsın ki 
Zebani ile başbaşasın.
Sevdiğin ise büründüğü cennet örtüsü tesettürünü nefsinin dişleri arasında öğütmüş
Yeni aşklara, yeni heyecanlara yelken açmakta.
Önce terk-i tesettür sonra terk-i iman,  yoksa tam tersimiydi.
Yoksa tesettürsüz de olur muydu iman.

Allah'ın senin için hayırlı olanı sana helal yapması,
hayırsız olanı sana haram etmesi de 
büyüklüğünden cömertliğinden değil midir oysa ki


Düştüm dünya hevesine
kaldır beni Allah'ım
Kayboldum aşk gayesine
Burdur beni Allah'ım.


Sünnet üzre yaşamak

  Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, ...