Dualarda Buluşalım

 1-) Allah'ım bize öyle kapı açsan ki; kapanan tüm kapılar şükrümüz olsa.

2-) Allah'ım hakkımızda hayırlısı deyip sustuklarımız, adaletine güvenip göz yumduklarımız var. Ve ne olur sabrımızın karşılığı olarak hakkımızda en hayırlısını nasip etsen.

3-) Gönül bu hayrı bilmez, şerri bilmez. Sen güzel kapıları açsan Ya Rabbim.

4-) Allah'ım sen bana eşimin sesinden Kur'an-ı Kerim dinleyeceğim günleri nasip eylesen.

5-) İnce ince işlenen kaderimizi hayr'a ulaştırsan Allah'ım.

6-) Rabbim, bana öyle bir insan sevdirsen ki, o insanın kalbinde, ilk sen olsan. Ve ben, o insanın kalbinde seni bulsam.

7-) Allah'ım bana; dili dualı, edebi tam, fikri hoş, ruhu zarif, derdi dünya değil ahiret olan, hayatıma renk, bana tat katacak hayırlı bir eş ve nesiller nasip eylesen.

8-) Allah'ım bizi geçici heveslere değil, bizim için nasip ettiğini hayırlara sevindirsen.

9-) Allah'ım beni, birinin kalbinde ağrı olup da şikayet edilen biri kılmasan.

10-) Her şeyin hayırlısını bekleyen kullarına, "beklediğime değdi" diyebilecekleri kadar güzel hayırlar           versen Allah'ım.

11-) Devamlı seni hatırlatan bir kalbe düşmemizi nasip etsen Allah'ım.

12-) Allah'ım; "Gönlüme incinmemenin ve incitmemenin ilmini lütfetsen."

13-) Senden uzaklaştıkça, ben çaresiz kaldım Allah'ım; senden istemedikçe, bereketsiz kaldım. Seni anmadıkça huzursuz kaldım. Sen beni kendine yaklaştır, nefsime uydurma, kalbim daima seni zikretsin sana yönelsin!

14-) Allah'ım, eğer beni senden uzaklaşmış olarak görürsen, beni güzel bir dönüşle sana döndürsen.

15-) İnsan insana muhtaçtır. Beni kimseye yük eylemesen Allah'ım.

16-) Allah'ım, beni en hayırlısına sevdirsen, en hayırlısını da bana sevdirsen.

17-) Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eylesen. 

18-) Allah'ım, gönlümü nasibimden başkasıyla yormasan.












Tanımalı insan benliğini..

 Hepimiz cenneti yaşadık bir meleğin vücudunda, dünya, sınav, kibir, nefret vs. bilmeden. Kimimiz dualarla geldi bu âleme, kimimiz beddualarla; kimimiz ailesine cenneti getirdi, kimimiz cehennemi; kimimiz zenginliğe açtı gözlerini, kimimiz yoksulluğa.

Garip değil mi sizce de? Anne karnında sudan vücut buluyoruz, tüm canlılar gibi. Belli bir süre sonra dış dünyaya açılıyoruz. Bir zaman kendi kendimize konuşuyoruz ( Şeker Portakalının sahibi Zeze gibi). O zamanlarında hiç düşünen olmuş mudur acaba, dünyaya geliş amacını. Hiç yokken bir anda var oluyorsun, hiç gitmeyecek sanıyorsun ama bir anda toprak oluyorsun. O kadar servet, o kadar eş dost, o kadar mazi, o kadar heves; hepsi bir günde uğurluyor seni ebediyete. Seni sinir eden şeyler, nefretin, kinin ve dahi her şeyin bırakıyor seni toprağın altına. Görüşmek üzere bile diyemiyorsun; kiminin aciz kaldığı, kiminin sahibi sandığı, kiminin kahpe bildiği, kiminin yandığı ve hepimizin geçtiği bu dünyaya.

Bizler hayatın çok zor olduğundan yakınır dururuz. Keşke diye diye ömrümüzü tamamlarız; huzuru meyhanelerde arayanlarımız gibi, ahlar içinde çırpınan kader mahkûmları gibi. Heveslerimizin bizi esir aldığı bu dünyanın gelip geçiciliğini ancak ölüm meleğini görünce anlayacağız. Gerçek doğruları ancak o zaman göreceğiz.

Şüphesiz ki herkesin zihin yapısı farklı oluyor. Basit bir cümleyi, herkes farklı çevirir kendi zihnine. Bir kelime herkes için farklı anlamlar taşır, bazı rakamlar gibi. Evet, farklılıklarımız zenginliklerimizdir. Ama biz farklı olamıyoruz, korkuyoruz, korkutuluyoruz çünkü. Neyden mi? Sefaletten, ölümden…
Hayatta her şeyi bir sıraya koymuşlar. Doğmak, büyümek, okumak, çalışmak, evlenmek, ev ve araba almak, torun sevmek, emekli olmak ve köye yerleşmek. Belki de bu sırayı bozmak korkutuyor ailelerimizi ve bizleri. Fikirlerimiz ne kadar farklı olsa da hayatlarımız hep aynı olmuyor mu o zaman.

Zihinlerimiz bizim kalemiz ise irademiz benliğimizdir. Günümüz dünyasında bu kaleye çok fazla seyyah, tüccar, bilgin vs. giriyor. Beraberinde hoş sözler, güzel gözler, çok paralar, bin bir gece eğlenceler ve kimsenin farkına varamadığı ilimler getiriyorlar. Benliğimize fark ettirmeden binlerce yılın verdiği ustalıkla zihnimizi kiralıyorlar yok pahasına, nefsimizi dünyanın güzellikleriyle kandırarak. Kalemiz fikriyatından, özünden, kurallarından kopuyor zamanla. Benliğimiz, kendinin belirlediğini sandığı yasaların esnetilmesinden rahatsız olmamaya başlıyor, şehvet uğruna. O şehvet ki, bazen zina, bazen kibir, bazen de kendini tanrı sanan firavun kılığında, fink atıyor o muhkem kalenin burçlarında. İşte bu kadar kolaydır, o kaleye hâkim olmak.

 Nefisle mücadele edilmez, nefis terbiye edilir.

Hal böyle derin iken, insan sormaz mı kendine? Kendin bulmak için ne eylemeli insan? Kendini nerede aramalı insan? Kendini, kimlerle tanış etmeli insan? Kendine kimleri dost, kimleri düşman eylemeli insan? Her güzel göze, her hoş söze nasıl kalkan germeli insan? Kendisini övenlere, beni övüp belimi kırmayın nasıl demeli insan? Kusurlarımı, kalbimi kırmadan bana söyleyin diye nasıl demeli insanlara, insan? Uğradığı iftirayı, nasıl Allah tarafından hediye olarak görmeli insan?  

Derinlere dalmak tehlikelidir, boğulursun diye ikaz ederler bizleri. Söyleyenler, bilmezler mi? İmkânın sınırlarını tanıyabilmek için imkânsızı denemek gerekir. Derinleri tanımanın imkânı ne zor ne de kolaymış. Tüm sır bendeymiş, benliğimizdeymiş. Tüm sır görebilmekte, duyabilmekte, hissedebilmekteymiş.

Gelin derinlere talip olalım, gelin imkânsızlıklara talip olalım, gelin gerçek olana, Âli olana talip olalım.

 





Volkan Yıldırım

Sünnet üzre yaşamak

  Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, ...