Sünnet üzre yaşamak

 


Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, en özel ömür sermayesi; en sevgilinin ahlakını örnek alarak yaşamak değil midir? Nedir bu beklenti uçurumlarındaki ahenkli kaleler? Aşmak gerek, ulaşmak gerek  günümüzün Haşhaşi Kalesini küle çevirmek gerek. Oymak yerek zeminini, fethin erlerinin oyması gibi. Çökertmek gerek, insanoğlunun beklenti burçlarını. Kılıçtan geçirmek gerek, Allah'tan gayrısına bağlanılan umutları.  

Tevekküle kapı aralamak değil midir şu ayet ? 
Sizin için neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi biz biliriz siz bilemezsiniz.
Evet hayırlısını,en hayırlısını istiyoruz. Ama onu idrak edecek irade, şuur da istemeliyiz. Hayırlısını afiyetiyle, ağız tadıyla istemeliyiz, öyle değil mi?

İnsan, en saadetli ömrü, en mutlu peygamberin hayatını esas alarak yaşamalı. Hatice'sini bulmalı, yükü onunla omuzlamalı. Hatice'si olgun, Hatice'si anlayış sahibi, Hatice'si zeki olmalı. Ehl-i takva sahibi olmalı. Dünya nimetlerinden arınmış, ahiret hayatının lezzetini birlikte tatmak için iki cihan saadeti için yarışa girmeli dünkü kendi ile.

Dünya nedir azizim?
Dünya da sonsuz olsun malın. Ucu bucağı olmasın hizmetçilerinin. Altınların sığmasın odalara. Herkes hep bir ağızdan sana minnet duysun. En büyük sen ol, firavun misali. Doyar mı insan? Hakkın aşkının lezzetini bilmeyen doyduğunu sanır. İçimizdeki deli taylar şaha kalkar, tüm yeryüzünde baş eğdirmedik kimse bırakmasak, her yer bizim toprağımız olsa, yer yüzünde bir rakibimiz kalmasa, doyar mı insan?
En güzel nimetler senin olsun, en güzel kadınlar senin olsun, en güzel saraylar senin olsun, doyar mı insan?

İnsan, açlık üzerine yaratılmış bir varlık. 
Aman görmesin şol kısa ömründe darlık.

Analar, ben görmedim, kızım görsün der. Babalar, kızımdır canımın içidir, üzülmesin istediğini yapsın giysin, gezsin der. 
Analar, benim oğlum erkektir yapacak tabi der. Babalar, böbürlene böbürlene kim bilir büyüyünce kaç kızın canını yakacak der.
İslam fıtratı üzere doğan çocuk, ailesinin telkinleriyle bambaşka bir hale bürünüyor. Aileler serbert bıraktıkça iblis ellerini ovuşturuyor. Aileler, şeytanlara alın istediğiniz gibi işleyin üzmeye kıyamadığım canparemin nefsini diye ulak çıkartıyor dört bir yana. 

Volkan YILDIRIM- 11.04.2025 ( YUSUFELİ)

Aşk ile Diyelim


Vardır, yüreğe dokunan bazı anlar,
Gâhı güzel, gâhı çirkin zamanlar.
Aradı onca vakit Hakkı Âdem,
Neden ararsın, bulamadın mâdem.(Der şeytan)

Gayrı şu aleme Âdem olmaya geldik adem olduk,
Hardan çıktık, Allah Allah nidalarıyla dolduk,
Ermek için aşk lezzetine, gönül izzetine,
Pirler evliyalar erenler ocağında kavrulduk.(Der insan)


Hasbihal

 Önceden yoktun, sonran da yok olacak, bu dünyadan. Bunca hengamenin, bunca çabanın sonucu hiç olmamalı. İnsan bir hiç için emek harcamamalı. Bundan bin yıllar önceki bilim insanlarının değeri, bugün ne yazık ki kayda değer bile görülmüyor. Bugünkü nobel alan bilim adamları da yüzyıllar sonra ne değeri olacak ki? Evet belki bazıları etkilenecek bazıları idol olarak alacak, ancak kendi hayatını kendi ömrünü kendisi yönetemiyorken bu mümkün olabilir mi? Dünya'nın düz veya yuvarlak olmasının, bana ne faydası var ki? Dünya'nın en zengini o veya bu, kabirdeki beni ne ilgilendirir ki? 

Dünya, tek bir elden yönetilecekmiş. Tüm siyasi yapılanmaların, tüm savaşların sebebi buna zemin hazırlamak olabilirmiş. Peki ha ben o düzenin bir parçası olmuşum ha olmamışım, iki türlü de köle olmayacak mıyım? Kendi ideallerime uygun yöneticimi kendim seçemeyeceksem, beni huzur veren mutluluk veren şeyleri yapamayacaksam ne diye bir parçası olayım veya olmayayım. 

Bugün, gündelik hayatta eğer devamlı olarak aynı işlerle, aynı insan halleriyle, aynı meşgalelerle uğraşıyorsam ve hayatım monotonlaşmış ise keyif bunun neresinde. 

Hayatta ne kadar çok elek veya süzgeç var. Bir yere girmek için mutlaka o elekten geçmek gerekiyor. Ha demişsin elek, ha demişsin hayat imtihanı. Atalarımızından miras zerre kadar sıvı, analarımızın himayesinde vücut buluyor. sonra başka atalarımız meydana geliyor. İnsanlığa kendi penceremizden baktığımızda bu dünyaya gelmiş olmak bile mükemmel bir olasılık problemi değil de nedir? Ayrıca bu olasılık yani kendimiz vefat ettiğimizde, insanlar sırf üzülmemek için bizi hatırlamak istemeyek ya evet ya elbiselerimizi başkalarına verecek ya da yakacak. Peki ya bedenimiz, ya kül olacak ya suda balıklara yem olacak ya bir bombada atomlarına ayrılacak ya bir nükleer bomba ile zerrelerinin zerrelerine ayrılacak ya da toprak olacak. Sonuç olarak yüzyıl demiyorum, bir an sonra ne olacağımızı da bilmiyoruz. Tek bildiğimiz şey var, her an bu dünya bize veda edebilir. Milli bir futbolcusunuz, ülkeniz dünya kupasında çok önemli bir maça çıkıyor. Ve yüksek ateşi olan siz ilk onbirdesiniz. Hayatınızın en önemli maçı,telafisi olamayan bir maç sizin için. Sizin karakteriniz tamda burada ortaya çıkıyor. Ya benim ateşim var deyip hiç o maça çıkmazsınız, ya maça çıkar maçı idare etmeye çalışırsınız, ya maça çıkar hatasız oynamaya çalışırsınız, ya da maça çıkar elinden gelenden fazlasını verirsin. Takım olarak kaybetsen de verdiğin mücadele ile kazanan sen olursun..

Hey sen, unutma bu alemde sen hiçsin, kibrin kıyısında dolaştıkça,
Bak sen, istersen bu alemde sen varsın, Hakkın diyarından dolaştıkça.

Kariyer seçimini, iş hayatını ömrünün neye göre yaparsan yap, eğer sonu Allah'ın rahmetini kazanmak gayesine erişmiyorsa beyhudedir. Ha bu yoldan gitmişsin çok zengin olmuşsun, insanların takdirini saygısını sevgisini kazanmışsın, ha gitmişsin mütevazı bir hayat yaşamışsın kimsenin umurunda olmamışsın, sonu Allah olmayan yolu ben neyleyim. 


Volkan YILDIRIM-11.03.2025(03:06-Yusufeli)

Beklenti Köprüsünün Biçareleri

 -Yürüyoruz yine bir sabah güneşi eşliğinde gâh orman gâh dere tepe. Çok yorulduk be öncü dinlenelim     mi ne dersin? Gözlerin vakit yok der gibi ateş saçar, yüreğin affeyle beni delikanlı vakit dar diye kan ağlar. Aah yine beklentiler deresindeki tevekkül köprüsünü sel almış. Ne yapmak gerek imdi öncü? Bu selden karşıya imkanı yok geçemeyiz, gel dönelim gerisin geri he öncü? Ne yani Nuh peygamber değil mi diyorsun? Peki bir umar söyle, çare bul hele bu meramımıza. Hey hey o ağaç yaş halen, kurusunu kessen olmaz mı? Bak hem o ağaç yaş olduğu için eğilir. Bilmiyor olamazsın, onunda bir canının olduğunu. Yok yok, bu bülbüllere dut yemeyi ikrah ettirmek lazım. Neme lazım, bülbül kasidesini meşk ederken ishal edip gökten yağan sulu bülbül gübresine konak oluruz. Anlaşıldı, dil belası kitabının etkisinde kalmışsın sen. Ya insan bir gık demez mi Allah aşkına, hakikaten de döndürdün beni şaşkına.

-Bbbeklentiler insanı kötü yollara götürür kakarındaşım. Mmisal biz birisinin severiz, bekleriz ki o da bizi  sevsin. Bizim sevdiğimiz başkasını sever, bekler ki başkası da onu sevsin. Hep bekleriz, hep beklerler. Bilmezler ki Türk beklenendir. Bizim damarlarımızda var bu bir kere. Yahu kim bulaştırdı, bize bu beklenti mikrobunu. Acaba bu da manevi bir pandemi olmasın. Ülkeler bile kendi çıkarları için başka ülkelerden nice olmaz şeyler istiyor. Yoksa seni mahvederim haa diyor. Bakmışsın sonra hoop bir darbe ve ülke en az yirmi yıl geriye gitmiş. 

-Allah'ın da insandan beklediği şeyler ama. O niye kötülüğünü istesin ki insanın. Mesela suçsuz günahsız  insanlar neden işkence görüyorken sabiler, çocuklar taciz edilirken neden Allah mâni olmuyor. Kendi   yarattığı kullarını sevmemiş olamaz ki. Bir çok şeyi idrak edemiyorum ki. Acaba sığ mı düşünüyorum,   yoksa düşüncelerim kaliteli  mi değil ? Derin düşüncelere dalmak, korkutuyor beni. Hele iblisvari çok şey bilmeye çalışmak daha çok ürkütüyor. Sen yoruldun bir kaç dal da ben keseyim, ver hele nacağı bakalım. 

-Sssen dalları keserken, bende bu dalları birbirine bağlacak birşeyler bulayım. Bbbu dünya bir     kervansaraya benzer. Geldiğin yoldan ziyade gideceğin yer önemli. İstikametini bulan insan, kendini de hayatının gayesini de bulur, elbet mezarına bir Fatiha okuyanı da olur. Ölmeden önce ölmek gerekir, mahşer meydanında hesaba çekilmeden evvel dünyada kendimizi hesaba çekmek akıl kârıdır evvela. Unutmayasın ki, iyi insanın mahkemesi kendi vicdanıdır. Vicdanına ağır gelen şeyler, hatalıdır yalnıştır. O bebelere merhamet beslemen de senin vicdanını sızlatırsa bil ki sende iyiler yolununu yolcusu olmaya adaysın gayrı. Hele bir de sana zararı dokunan birisi için güzel temennide bulunuyorsan hayır duası ediyorsan, gönül yuvanda kelebekler de dahi inşaata katılmak için sıraya girmiş kalbini pırpır ettirmek   için kılık değiştiren Nasuh efendinin kadınlar hamamındaki tövbesi gibi samimi tövbeni bekliyorlar. 

- Ne yani çok bilgi sahibi olmak, insanı kibire mi gebe bırakıyor? Bilgili insan, çevresindeki insanlardan ilgi ve hürmet bekler. Binaenaleyn alim insan kibirli hülyalarında bu insanları hakir görmeyi murad eder.  Yani ilimden maksat, Allah'ın rızasını mı kazanmaktır?

  

Yol istikamet neresi, bileniniz çözeniniz var mı?

 Herkes kendinde var olan yetenekleri göstermek ister. Bu sıfatı da Cenab-ı Allah'ın insanoğluna bir lütfu olarak düşünebiliriz. Lakin şunu da düşünmekten kendimizi alamayız. Acaba Allah'ın bizleri ve alemi yaratmasında ki gaye yeteneklerini bize yarattıığı kullarına göstermek istemesi midir?

Tarihte ismi bilinen önemli şahsiyetlere bakalım bir de. Fatih Sultan Mehmet Han, kendi yolunu kendi çizdi; kimsenin hesaplayamadığı problemleri, çizemediği teknik çizimleri yani hiçkimsenin başaramadığı birçok şeyleri başararak o yaşta o tecrübesizlikle ama o vazgeçmeyen irade ile kimsenin başaramadığını başardı. Bu başarı bugün dahi islam toprağı olarak ayakta durmaya devam ediyor.

Nikola Tesla'nın alternatif akımı ve daha nice buluşlara imza atması hiç şüphesiz onun da sıradan biri yapmadı. Çünkü o da kendi yolunu çizmeyi başardı. Edison'un altından körelen bir olmaktansa dünyaya ismini duyuran bir dahi oluverdi.

İmam Gazali'nin o meşhur dönüm noktası;

İmam Gazali talebeliğe henüz başladığında memleketinin dışında ilim öğrenmeye gider. Dönüşte kafilesinin önünü eşkıyalar keser. O sırada Gazali’nin de heybesindeki tek şey olan ders notlarını alırlar. Gazali buna çok üzülür ve reisin yanına giderek ‘Aldığınız hep sizin olsun ama Allah rızası için notlarımı bana verin. Yıllardır onlara emek verdim, sizin işinize yaramaz.’ der. Eşkıya reisi hem gülerek, hem alay ederek şöyle cevap verir:

Sen elinden kâğıtların alınınca cahil kalıyorsun. Böyle bilgi mi olur?"

Gazali bu olaydan sonra ilme bambaşka bir gözle bakar, her yeni bilgiyi aklına geçirir. Akıldan da sadra geçirir. Gazali kendine bambaşka bir yol çizer. O yolda ilk kez kendisi yürür. Yol Gazali yolu olur.

Birçok kişiler örnek verilebilir. Yahut bunlar benzerlikten ileri gitmeyeceği için fazla sözle akılları daha fazla meşgul etmelim. Asıl gelmemiz gereken konuyu yani bugünü anlatalım. Ezbere dayalı ve herkese aynı eğitimi layık gören sistemin artık okulların kara listesinde yerini alma vakti çoktan gelmedi mi? Artık öyle bir çağdayız ki, her türlü bilgi artık cebimizde. Sadece onu alıp işleyip uygulamaya geçmek gerekiyor. İşin özü şu ki artık gençlere bilgi vermeyi bırakalım. Uygulamaya geçsinler. Bir şeyleri üreterek öğrensinler. Şu anda Güney Kore, Japonya ve Çin gibi ülkeler bu konuda çok ileri de. Misal beğenmediğimiz Bharat yani Hindistan, sanayi de basit yollarla mükemmel işler çıkarıyor. Bakın Finlandiya gibi Avrupa ülkeleri çocukları bahçelerde eğitiyor.

Ve biz Türkiye halen daha eğitim beton binalar içinde daha güvenli ve konforlu olduğunu düşünüyoruz. Özel kreş ve anaokullarına uygulama yapıyorlar diye bayılıyoruz ve bunu yapanlara çok daha fazla ödeme yapıyoruz. Gayemiz çocuklarımızı okullara aşık etmek olmalı. Bilgiyi kendileri kazanmalı. Çözümleri kendileri üretmeli. Konuya bir misal ile noktayı koyalım: İki tane ikinci sınıf öğrencisi düşünelim. Birisi babası ile beraber her zaman pazarcılık yapıyor, hesap işleri ile de ister istemez alakadar oluyor. Diğer öğrenci ise sadece okulda öğreniyor ve evde ödevini yaparak matematiği öğrenmeye çalışıyor. Arada ki fark şu birisi matematik nedir yeni öğrenirken, diğeri yani pazarcı olan matematiğin ne güzel bir şey olduğunu çoktan öğrenmiş oluyor. Aradaki düşünce seviyesini varın siz düşünün.

Bu üniversitelerde de aynı ne yazık ki. Mesleğin içinden gelenler ile mesleğe yeni atılacak olanlar arasındaki kavram anlayışı farkı çok üst seviyededir. Bir müteahhitin inşaat mühendisliği okuması ile yıllarca okul okuyan kişinin inşaat mühendisliği okurken derslerde ki terimleri anlama kabiliyetleri aynı değildir elbete.

İnsan ne olursa olsun kendini heyecanlandıran işi yapmalı, onu yaparken çok keyif almalı ve hatta o iş rüyalarına dahi girmeli, o işi yaparken zaman su gibi akıp geçmeli. Ancak bu şekilde keyif alırsın ve fark yarabilirsin. Yapmak zorunda olduğun şeyi yapmak ise seni o işin kölesi yapar. Evet belki de çok yüksek maaşlar kazanabilirsin ve ülken için güzel işlere imza atabilirsin. Ama içindeki ukde ile ölmek istemezsin.

Kendi egonu tatmin ederek, devamlı konfor alanında kalarak, memur hayatı yaşarak bir yol çizemezsin. Sabah erkenden işe gitmek için evden çık, akşam eve geç gel. Bunu haftanın 6 günü tekrarla. Bu şekilde geçimini sağlamaya çalış.
Hayır hayır, unutma ki insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Bencil olmak, sadece kendine odaklanmak iblisin ahlakıdır. Mümin ahlakı ise komşusunun derdiyle dertlenmektir. Sen sadece kendin için yoksun. Sen koskoca ümmet için varsın. Önce var ol, ki yok olmaktan korkmayasın. Kendine ait bir yol çiz, hiç kimsenin çizmediği bir yol çiz ki senin de adın yaşasın. Lakin, isimsiz olarak var olmak, fikirle var olmak daha evladır.

 Gaye sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmaktır.

Birlik ve Beraberlik Hakikatin Işığıdır

Bu düşünce sünni ve şii ayrılığı halifelik tartışmaları üzerinde muhakeme ederken gelişti. Şiilerin üzerinde durduğu konulardan birisi olan Sav. Efendimiz Gadir-i Rum mevkisinde Hazreti Ali için Allah'a niyaz ettiği bir söz var. Bu söz, kimilerine göre Resulüllahın Hz.Ali'yi kendinden sonra gelecek olan halife olmasını işaret ettiğine işarettir, kimilerine göre göre Allah'tan Hz. Ali için mağfirettir. Diğer bir hadisede Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ömer'in Resulüllah'ın vefatının ardından toplanan Şura ile halife şeçimi işleriyle alakadar olurken Hz. Ali'yi de naaş işlerine yönlendirmesi olayıdır.

Olaya kim haklı kim haksız penceresinden bakarsak, bu meshep kavgaları kıyamete değin sürer. Lakin, peygamberlerde, halifeler, ensar, muhacir, mü'min ve müslümanlar imtihan edilmiştir ve bunun akabinde de ahirette mahkeme edilecektir. Olaylara kim haklı kim haksız diye bakarsak, kazancımız olmaz, bilakis karşı tarafı kaybederiz. Burada bakılması gereken şey, Allah'ın biz kullardan ne istediğidir. Aslında o olaylarında orada kullar için birer imtihan olduğunu unutmamak gerek. Cemel Vakası'nın Hz.Ali ile Hz. Ali'nin imtihanı olduğu unutulmamalıdır. Keza yine Muaviye ve Yezid'in tutumları karşısında verilen ya da verilmeyen tepkiler de birer imtihan vesilesidir.

Bir beldede iki zıt parti seçime girer. E partisi galip gelir, J Partisi kaybeder. Iki partinin de taraftarı çok ateşlidir. İki tarafta kendi menfaatlerini gözetmekte ve işinin ehli insanları almak yerine güvenebileceğimiz adamları yanımıza yönetimimize almalıyız diyorlar. Seçimi kaybeden partinin gönüllüleri kazanan reisi ha bire eleştiriyor, kötülüyor ve önüne hep engeller çıkarıyor. Kazanan reiste bin pişman oluyor. O ilçe yıl boyunca idare ediliyor bir şekilde. Lakin iki parti bir araya gelse ortak kararlar alsa beldenin gelişimi için daha doğru değil tek doğru olmaz mı? İki partide güçlerini birleştirse daha doğru olmaz mı? Unutmayalım ki Hz. Pygamberimiz Kabe'nin anahtarlarını bir gayrimüslime teslim etmişti. Hasılıkelam, fikirler ne kadar zıt olsa da insanlar mutlaka ortak bir paydada buluşabilmelir ki tam olabilsin.


Hakikat

- Şu garip dünyanın, ahvaline bir bak. Hele bi dur bekle, yorulmadın mı yoksa. Sürüncemeden çık, özüne dön, mideni doyurmayı azalt ruhunu doyurmayı artır. Fikrine, zikrine, sabrına ve şükrüne ilgi göster yoksa gafil olursun. Gayrı az söz söyle, çok dinle ve daha çok oku. Ha unutmayasın ki; sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten daha hayırlıdır. Günahını da hiçbir kula anlatma sakın.

- Eyvallah, Allah'a ısmarladık.

- Ahval nicedir diyenlere selam olsun. Gönül harmanında ne öğütürsün diyenlere kelam olsun. Bu garib ne anlatır diyenlere, öğüt olsun. Lakin unutulmasın ki, en güzel öğüt verici olan yalnızca Allah'tır. Bizlerin gayesi, aklımıza ve gönlümüze yuva kuran bu nasihatleri daha güzel kalplere de erişmesini cenan-ı Allah'tan niyaz etmektir.

Eyvallah.

-Ee yolculuk nereye, yolcu.

-Bilmiyorum.

-Ben biliyorum, Hû'ya gidersin, Hayy'dan gelip. Bu asır seni de pek sarmadı değil mi ?

-Anlamıyorum seni, kimsin sen?

-Kim olduğuma değil, kimden olduğuma bak sen. Eskiler derki evvel refik, ba'del tarık. Evvela yolu değil, yoldaşını ara.. 

-O iş beni bozdu tekrar bozar, efendi.

-Evvela refikana iş olarak bakmayacaksın, yolunu arayan bir emanet olarak göreceksin onu da. 

-İki tane istikamet bilmeyen yolcunun hali nice olur, hafzalan alır mı senin hiç.

-Kılavuzu Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Sünnet ise istikameti de Allah'ın izniyle Sırat-ı Müstakim üzre olur.

-Eyvallah.

Dostlar, her asrın kendine özgü azap ve elem dolu hatıraları elbette vardır. Her asırda savunmasız bebekler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar şuursuzca katledilmekte.. Namus kelamı her köşe başında tezgaha konmuş kiracısını beklemekte. Küfrün her evin duvarlarında yankılanan aksı Hak kelamını galebe çaldım diye geçici bir kıvanç içinde. Kocanın elbisesi kadının edebini, kadının elbisesi kocanın şahsiyetini gösterir derler ya hani. Bu devir de şahsiyeti beş para etmez, para etmeyen şeylerle de işim olmaz diyenler birbirine baka baka kararıyor, faizin gölgesinde. 

Nice insanlar görürüm, yaşam mücadelesi verdikleri meşgalede kendilerini kaybedip, ben kendimi evlatlarıma adadım ideali ile hemhal oluveren. 
Nice insanlar bilirim, dünyaya gelmekten maksadın ne olduğunu yeteri kadar aramadan şeytanın umutsuzluk silahı ile yaralanan ve yine tabibi olarak şeytandan başkasından medet ummayan.
Nice evlere misafir olurum, şatafatlı eşyalar, biblolar, heykeller, tek düğünlük dekolte urbalar ve gözü doymak bilmeyen aslında kendisininde bu kâinatta misafir olduğunu unutan biçareler.

Her dava, her mahkeme, her kavga ve dahi her şey yalnızca Rıza-i İlahi için olmalıdır. Olmaz ise şayet bomboş bir hayat yaşamış olmakla kalmayız, gereksiz ve faydasız kullar ile zayi olup gideriz.


Azı Karar Çoğu Zarar

 Sevmek, arzulamak, düşünmek, istemek,uyumak, çalışmak, kazanmak...
Bunlar herkesin istediği ve sınırını koymak istemediği şeyler, öyle değil mi?

Hayat, bizlere her zaman bir şeyleri öğretmeye durmadan yorulmadan devam ediyor. Aklımıza takılan bir söz veya bir ayet belli bir zaman sonra pratikte karşımıza çıkıyor. 

İşimize kendimizi fazla kaptırdığımızda, kendimizden fazlaca ödün verdiğimizde, sorumlulumuzda olmayan şeyleri de sırtlamaya çalıştığımızda işler bir anda hızlanır ve ne kadar emeğiniz göz ardı edilse de. Bir vakit sonra yeni gelen sorumluluklarla beraber artık sırtınızdaki manevi yükler bedeninize baskı yapmaya başlar ve sırt omuz ağrılarından yakınır durursunuz. Sorumluluğunuzda olmayan işleri bırakamamakla birlikte emeğinizin karşılığını da alamazsınız. Kendinizi savunduğunuz vakit, aldığınız cevap, "yapmasaydın" olur. 

Farklı bir pencere daha açalım. Fazla sevmek, evet sevgisi fazlası zarardır. Can Yücel ne de güzel demiş bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne, çok sevmeyeceksin, çok sahiplenmeyeceksin mesela. En çok onları sana verene ayıracaksın kalbini. Seni bir bir çiğnemlik etten yaratan ve sana ruhu üfleyen Rabbin, onları sana kendinden vazgeç diye mi veriyor yahu. İki insan sadece birbirine bakarsa beşeri aşk olur ve bu geçici olur, iki insan omuzomuza iken Rabbinin rahmetine bakarsa bu da gerçek aşk olur. Çünkü odak noktaları aynıdır. Ancak birbirlerine bakınca iki farklı odak noktası oluyor. Ve henüz kendini bulamamış keşfedememiş bireyler birbirlerini bir çok kez farkında olmadan kırmaya meyilli olurlar. 

Peki ya, sınırsız maddi olanaklar sizce de zararlı değil mi? İaşe derdim olmazsa, ben herkese yardım ederim bolca ilim öğrenirim, en iyi hocalardan dersler alırım dersen, bir de bakmışsın ki kendine farklı bir din uydurmuş halde bulursun kendini. Sahabe halife efendilerimiz mallarının büyük çoğunluğunu islam yoluna harcamışken, sen ise o zenginlikle şeytanın hileleri altında ezilirsin ve kaybolursun. 
Büyük derelerin taşı çok olur, büyük servetlerinde içinde kul hakkı çok olur.

26.06.24-04:00
(Kartal-İstanbul)

Öze Yolculuk

 Hayal edin evinizin kapısının önüne bir araba geldi ve sizi aldı. Nereye demeden koyuldunuz yola, şoför nerede durursa orada ineceksiniz. Başka diyarlara doğru sürdü aracı, manzara kimi yerde fevkalade güzel iken kimi yerde korkunç derecede kötü. Yol ve zaman belli değil, unutmayalım. Her şeyi o şoför biliyor. Aklınızda ne anne babanız ne de sevgiliniz yahut karınız veya evlatlarınız var, aklınızda sadece nereye gidiyoruz var. Penceren dışarı bakınca bir anne bir baba iki erkek iki de kız olmak üzere dört çocuk görüyorsunuz. Biraz ileri de kocaman bir dağ ve ova görüyorsunuz. Ovada muazzam bir ses ve dağın içindeki yerde ise sessizlik, görülen o ki dağdakilerin ovaya inmeleri yasaklanmış sanki, ama ovadakiler dağa tırmanmaya çalışmakta. İlerleyince bir denize denk geliyorlar, emanet taşıyan Yunus balığı farklı göründü gözüne, tıpkı ileride mağaranın önünde göreceğin uzun bir zamandır uyuyan köpek gibi. O kadar zamandır uykudasın hiç mi bir organın çürümez bakışlarını bilime göz kırpar hale getirmek istiyorsun. İleride hemen bir deve görünüyor, onun ilerisinde ikiye ayrılan bir deniz ve içinden geçen insan kafileleri, ardında koskoca bir ordu. Asa dokundu yere ve ikiye bölünen deniz bir ağız gibi yuttu koskoca orduyu.  Durmadan devam ediyordu şoför ve o da ne bir anne ve bir çocuk çölün ortasında bir hurma ağacının dibinde birilerini bekliyor gibi, kadın koşturmaya başladı bir o dağa bir bu dağa. Islak bir yer keşfetti gözlerim, zemzem olsa gerek.  Bu beldenin havası çok naifti keşke kalsaydım burada onlarla. Bıldırcın eti kadar olmasa da, hurma ve su yeterdi bize yıllarca. Aman Allah'ım o insanlar neden toplanmış o koskoca kabrin başında? Hayretli seslerle Sam ve İsa dediklerini duyabildim. İsa, az önce, günahkâr insanlar tarafından aşağılanan günahsız hamile hanımın bebeği olmasın. Biraz ileride o da ne, o kuşlar nereye gidiyor ağızlarındaki balçıkla, arabanın arka camı da pek tozlanmış. Hey hey deprem mi oluyor, bu depreme ne sutün ne de o suya dönüşen ateşten sağ çıkan İbrahim'in devirdiği putların kalanları dayanır. Güneş, bir sevindi gibi sanki hiç yakmadan aydınlatıyor, nura gark ediyor sanki bizi. Ne olur duralım bu çağda desem de dinleyen yok bizi. Yolda nice kanlı savaşlar nice köhne saraylar gördüm. Hiçbirine ait hissedemedim ruhumu. O da ne İsa peygamberin inanlarına ait iki ordu birbirini kırıyor, incitiyor, yağmalıyor. Biraz ileride müslüman orduları birbirini kırıyor çubuk gibi. O ses de ne olsa gerek bugüne kadar böyle patlama duymadım, aman Allah'ım koskoca, gep geniş surlardan delik deşik eden o ateş yoksa bu genç sultanın eseri mi?

Çok yol almadan çocuk çığlıkları var, Müslüman topraklarında. Başa gelen hükümdar, ahalisi devletsiz kalmasın diye, Müslüman başsız olmasın diye, adı bebeğin tadı iş bilmez sadrazamın olmasın diye, kendi karındaşlarından vazgeçmekte. İleride Sina Çöllerinde  atından inip yaya ilerleyen yedi yıla yetmiş yıllık icraat sığdıracak sultanda kim böyle. Kendisini İslam’ın hakimi görenlerin ellerinden söküp alıyor hilafeti ve diyor ki ben İslam’ın hakimi değil hadimiyim, hizmetkârıyım diye gönüllere nakış nakış işliyor. Bundan gayrı ne Viyana'da ne Bağdat'ta yavaşlayabildik taa ki yolumuzu kesen o koca cihan harbi karşısında sulu gözlerde fren yapana kadar. Her yerde kan gözyaşı var, o da ne namaz kılan insanlar bu çağda da mı düşman birbirine. Hey Allah'ım hey, yardım eyle mazluma, merhamet eyle kandırılmışa. Kapkara giyimli sırtında üşüyen bebeği, aman kar zarar vermesin diye bebeğinin çaputu ile örttüğü gülleler cepheye gidiyor olsa gerek. İleriki yıllarda kendilerini nefretle yad edecekleri torunları için ne de zor şartlarda bir var olma mücadelesi veriliyor. Bilmiyorlar ki 100 yıl sonra giyimlerinden kelamlarından inançlarından dolayı hor ve aptal görülecek kendi nesilleri tarafından. Sür abi sür, kardeşin kardeşten bir devlet için millet için geçtiği çağları gördüm de bir fikir için kıyılan canları görmek ağır geliyor bana, sür n’olur sür. O ellerde ki kara kutularda ne olsa gerek, ya elde ya kulakta. Yanında kardeşi ölüyor, ona yardım etmek ne kelime kara kutuyu önüne set ediyor. Aa şimdi anlatım diğer insanlar görsünler diye fotoğraf çekiyormuş. Herkesin her şeyden haberi var, ama herkesin ruhu ölmüş. Mezardakilerin de bedenleri varken ruhları yok ki. Baksana gidiyor işe çalışıyor akşam geliyor eve dinleniyor. Hep aynı terane, aynı yılgınlık insanlardan. Herkes aynısını yapıyor bir de, herkesin yaptığı doğrudur diye de kimse faydasız olan bu şeytani düzeni bozamıyor.  Kulun kölen olayım, durma bu çağda, ya mazlumların günahsızların diyarında bırak beni ya da kıyamete kadar sürelim gitsin. 

Koskoca dünya hayatı bir çırpıda bitti ya, bu faninin ömrümü bitmeyecek. Buradaki koskoca çağlar kim bilir ahirette kaç saniye kaç salise. Hani o gördüğümüz upuzun rüyalar en fazla 5-6 saniye sürüyor ya, kim bilir kabirde bekleme, kim bilir hesap vakti, kim bilir ahiret ne kadar zaman sürecek.


Aşk getirdi veremi, verem götürdü nâremi.
Hâk yarattı âdemi, âdem bulmadı çaremi.

Tesettür Tereddütü

Şu fani alem de bilinmeze doğru yürüyen aciz insanlardan birkaçı da bizleriz şüphesiz. Yol, dünya ahalisine göre kısa, ahir ahalisine pek uzun. Günlük koşuşturmalar, yapılan maddi ve manevi yarışmalar, bizlere sunulan sonsuz imkânlar, tamamı bizleri yolumuzdan saptırmak için değil aslında. Çünkü bizim bir yolumuz ve istikametimiz yok ki. Hayat yolculuğunda ne yalnız başımıza yol alabiliriz, ne de en sevdiklerimiz ile. Güzel bir yemek yapmak isteyince içinde birçok bozulmamış malzeme eklememiz gerekiyor. İçine çürük bir soğan, küflü salça veya yabancı bir yağ ekleyince yenilmez oluyor öyle değil mi? O yemeği beğenmeyecek olan biz insanlar, neden kendimizi iyileştiremiyoruz. Güzel bir yağ ile tesettürün yeri aynı değil midir? Biz erkeklerin gözkapaklarındaki tesettür, hanımların el ve yüzleri hariç örten tesettür, bizleri güzelleştirmez mi? Erkeğin bakışlarında saklı olan güzellik ile kadının bedeninde saklı olan güzellik arasında bir fark görebiliyor musunuz?

Hayat yolculuğu çok dertli, çok kederli, çok inişli çıkışlı değil mi? Hepimiz birbirimize yardım ederek bu yolu beraber aşmak varken, herkes bir başına yürümeye çalışıyor. Ha bire bahaneler buluyoruz, ha bire korkutuluyoruz, ha bire ağır yüklere maruz bırakılıyoruz. Birisinin yaşı çok büyük, birisinin yaşı küçük; birisinin maddi gücü, diğeri seni çok ezer; birisi hiç evlenmemiş çocuk gibi, diğeri ne kadar olgun olsa da evlenmiş boşanmış. Toplumun bu görüşleri günümüzün ahlaki yapısının temellerini oluşturmuyor mu? Bu tarz kalıplara sokulmuyor mu gençler? Acaba Hz. Muhammed bu yüzden mi evlendi kendisinden 15 yaş büyük ilk Müslüman olacak olan dul ve bilge Hatice annemizle yahut kendisinden çok küçük olan Aişe annemizle. O kız, o erkek olmaz, onun evladı olmaz gibilerinden hep bir engeller silsilesi. Bu silsilenin sonuçlarını hepimiz çok iyi biliyoruz ki. Ya sevgisiz ve şiddet içeren aileler yetişecek ya da nüfusumuz yıldan yıla eriyip gidecek. Nemelazım, onların günahına girmem, aman banane sakızları ağızlardan düşmeyedursun yeni yeni sakızlar icat edilmeye başlandı, ya benim ya kara toprağın gibi.

Bu dünyada işe güce aldanmayalım, hayatımızı çatlak bir bardaktaki su misali boşa yitirmeyelim. Araştıralım, sorgulayalım, aklımızın en kuytu köşelerini, gönlümüzün en uçsuz diyarlarını keşfedelim. Her taraftan her bir milletten insandan kötü bakışlar geliyor ok gibi adeta bedeninize, onlardan nasıl korunursunuz? Tesettür, insanın sadece bedeninin değil, ruhunun da kalkanıdır. 

 


Sünnet üzre yaşamak

  Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, ...