Sorun Kalkanı

Bir günde sorun çıkmazsa olmaz, öyle değil mi? Güllük gülistanlık bir hayat kime nasip olmuş ki bize nasip olsun. Mutlu bir hayat bekliyorsan, Salihlerden olmayı beklememelisin. Salih insan, sadece İslam’ın ve imanın gereklerini yerine getiren insan değildir. Bunların yanında esas gaye olan ahlakını her daim güzelleştirmeye kendini adayan insandır. Kısacası kendisiyle yahut benliğiyle veyahut nefsini tanıyıp mücadele eden insandır. Kendini fetheden insandır Salih insan.

Bir insan kendini nasıl fethedebilir ki? Bu ne kadar saçma bir cümle demeyin lütfen. Kendinize ait bir istikametiniz ve kanunlarınız, kendi ordularınız (okuduğunuz kitaplar), kendi kaleleriniz (ilim kalesi, tevazu kalesi, Hayâ kalesi, Namaz karargâhı, Kur’an ve sünnet meclisi vb.)  varsa oradan galibiyle çıkarsınız. Uhud’ da ki gibi dünya ganimetlerinden elde etmekten ziyade Hendek Savaşındaki gibi ya var olacağız ya da yok olacağız bilinciyle savaşmalı ve kaybetsek bile mücadeleden vazgeçmemeliyiz.
Çünkü her şey, bize bilmediğimizi dahi verenin elinde değil midir? Hayrı da şerri de ancak O bilir.

Dünya sahnesinde bir elinde kılıç diğerinde kalkan;  insanların, nefsinin ya da kitabının sana belirlediği istikamette ilerlerken karşına ummadık anlarda, ummadık sorunlar çıkıyor ( Dağına göre kar veriyor). Bu sorun bazen kolayca aşabilecek bir sorun olabiliyor, bazen de baya bir zorluyor. Kalkanı tuttuğun sol tarafından amansız bir rüzgâr esiyor, ama sen oradan rüzgârın estiğinin farkında değilsin çünkü kalkan o rüzgâra engel oluyor ve sen kalkanın çok ağır olduğundan şikâyet ediyorsun devamlı olarak. Önüne çıkan engellerin veya setlerin boyu her seferinde biraz daha artıyor. Farkında olmadan kendini bu sorunlara çözümler üreterek geliştiriyorsun. Ama devamlı olarak sorunlardan şikâyet bir yana kalkanın varlığından da şikâyet ediyorsun. Bide aklından şu geçiyor, ya o taraftan bir ok gelirde beni vurursa. Nefsin diyor ki şurada biraz dinlen, nasılsa seni kovalayan mı var? “Kişi, ecelin kendini kovaladığını unutursa sıkıntı o zaman başlar. Keşke hep önündeki engele bakmak yerine biraz kalkanın ardına baksa, biraz da aştığı hedeflere baksa, hatıratına baksa ve farkına varsa bir şeylerin.”

Bu kadar dinlenmek yeter da, haydi o zaman ilerlemeye devam. Bu arada tabi saatler, günler, yıllar Çoruh Nehri gibi akıp gidiyor hızlıca. Hatalar yapıyorsun, ilerlerken üzerine bastığın dalı kırıyorsun, bir ağaca tırmanırken sana yardım eden insanlar gidince yalnız kalıp inerken düşüyorsun; seçerken aman güzel, yakışıklı olsun, aman zengin olsun, aman âlim olsun, aman soylu, asil olsun diye seçtiğin eşin, kalkanının ve kılıcının yükünü hafifletmekten ziyade sana ayrı bir yük oluyor. Sen yanlış insanı seçtiğini anlıyorsun çünkü sen yanlış insanlardandın, gaye takva ve mizaca uygunluk olmalıydı.

Engeller, sorunlar hiçbir zaman bitmeyecek, bitmemeli de zaten.  Bizim düşmanımız engeller değil, konfor olmalı. Bizim düşmanımız dışarı da bize zararı dokunan insan değil, o insandan intikam almayı ilke edinen nefsimiz, benliğimiz olmalı. Ayrıca bizi rencide etmeden eleştireni dost, sadece diliyle öveni düşman bilmeliyiz.
 Sorunlar mükemmel öğretmenlerdir. Sorunlarımızın büyüklüğü ile kederlenmeyi değil, övünmeyi tercih etmek gerekmez mi? Hedeflerimiz ve hayallerimiz kadar büyüğüz, dualarımız kadar takvalı, ahlakımız kadar Müslüman değil miyiz? “Üstünlük ancak takvadadır.”

Sözün özü, istikameti olan insanlardan olmalı, yaşam amacı o istikamette olan insanlardan olmalıyız. En güzel istikamet Allah yolu değil midir? O halde doğru yolda değilsen koşmanın ne anlamı var ki?

Sünnet üzre yaşamak

  Allah azze ve Celle hayırlısını isteyen kullarına; şüphesiz en doğruyu, en güzeli ve en iyiyi hayırlı kılmamış mıdır? En doğru, en güzel, ...